Turizm sektörünün tecrübeli isimlerinden Cem Polatoğlu Diyarbakır izlenimlerini yazdı:
”7 yıl olmuş görmeyeli. Sebeb-i ziyaretimiz; Mezopotamya Turizm ve Gastronomi Fuarı. Rehberliğim döneminde 3-5 ayda bir geldiğim bu şehre kavuşmanın verdiği heyecan var. Uçaktaki yerim, pencere kenarı. Damsız, çatısız evlerin üzerinden süzülerek şehre doğru alçalıyoruz. Yanımdaki amca memleketini özlemiş olmalı ki, orta koltuktan sorgusuz sualsiz kafasını göğsüme yaslayarak, cama uzanıp şehri seyrediyor. Tekerlekler piste değdiğinde, artık dönemi bitti sandığım alkış tufanı koptu uçakta. Havaalanı yeni, temiz ve büyük.
BAŞIM GÖZÜN ÜSTÜNE;
Diyarbakır’ı Diyarbakır yapan insanlarıdır derler. Çok doğru. Burada selam verdiğiniz insan, size ikramda bulunmadan bırakmaz, yedirir, içirir. Esnaf lokantalarında turist olduğunuzu söylemeyin. Başım Gözün Üstüne deyip para falan almazlar. Bana oldu. Çarşı içinde Diyarbakır Lahmacun Merkezi ve Ciğerci Hüsnü Usta’nın methini duydum. Tadına bakayım dedim. İlk defa geldiğimi duyan patronlar para almamak için benimle kavga ettiler.
Diyarbakır tarihini, Surlarını vs her yerden okuyabilirsiniz ama ben bu yazımda daha çok, seneler şehirde neler değiştirmiş, geliştirmiş, bunları gözlemlemek istedim; Şunu belirtmeliyim ki; öncelikle daha hijyen bir şehir buldum. Zengin, temiz ve özgür. Korku kelimesi ağır kaçar ama sanki biz başka illerden gelenler ve burada yaşayanlar eskiden daha bir ürkektik. Şimdi herkes korkusuzca, bir uçtan diğer uca fikrini söyleyebiliyor. Özellikle Diyarbakır kadınlarını özgüvenli gördüm. Özel arabaların şoförlerinin yarısı kadın. Şehirde pek korna sesi yok açıkçası. Nedenini sordum. Bir dost dedi ki; “Korna sesi buralarda yerine göre küfür sayılır, trafik sıkışıksa eyvallah ama direkt birine korna çalarsan, çıkarıp vurabilirler seni” Şaka olsa gerek 🙂
Adı 75 olan bir caddeleri var – cadde soldan sağa 75 metre – Bu caddede gece 12’de, 1’de kadınları, genç kızları, yanlarında bir erkeğin olmasına gerek duymadan sokakta eğlenirken, paten yaparken, sevgilileriyle el ele dolaşırken, kafelerde, restoranlarda otururken görebilirsiniz. İstanbul’da bile böyle ortam zor bulunur. Hani, bunları görünce Diyarbakır’a Anadolu şehri demek gelmiyor içimden. Alışveriş için kahvaltı sonrası Sur bölgesindeki otelimden çıktım. Günlerden Cumartesi. Nasıl bir kalabalık. Dedim miting var herhalde. Herkes, çarşı yönüne doğru kitle halinde yürüyor. Sanırsınız, bu şehirde hafta sonu evde oturmak yasak! Meğer hedef çarşı amaç alışverişmiş. Şehirde sanayi yok, henüz turizm yok, deniz yok, tarım pek yok ama yine de “Para var” demek ki bu şehirde…
Geldiğimizin ilk akşamı Fuarın Gala yemeği var. Türsab Gastronomi Komitesi Başkanı Ömer Kartın’ı gördüm. Aramızda 40 metre var. Salon büyük ve kalabalık. Üşendim yanına kadar gitmeye. Ömer’e buraya gel diyeceğim. “Başkanııım!” diye bağırdım. Yemin ederim 500 kişilik salonda 200 kafa bana doğru döndü. Herkes mi başkan yahu? Ha, bir de bu şehirde ulu orta Şeyhmus diye bağırmayın. Bence, her 3 erkekten birinin adı Şeyhmus.
ZERZEVAN KALESİ
Çok şanslıyım. Aphrodisias’ı kazı heyeti Başkanı Rahmetli Prof. Kenan Erim’den dinlemiştim. Zerzevan Kalesi’ni de kazı heyeti Başkanı Doç. Dr. Aytaç Coşkun’dan. Muhteşem bir insan. Hocam öyle bir anlatıyor ki, *İlluminati’nin varlığına inanasım geldi. Zerzevan Kalesi tarihi Asur Dönemi’ne MÖ 880’e kadar gitmekte. MS. 3. yüzyılda Roma Dönemi’nde asıl askeri yerleşim inşa edilmiş, 639 yılında İslam ordularının fethine kadar kesintisiz yaşam varmış. Romanın en doğudaki Mithras Tapınağı’da buradadır. Arkeoloji kazılarından ABD’nin Kuruluş Sembolü ve ilk sloganını taşıyan bir rozet de burada bulundu. Bunu, 1 dolarların üzerinde görebilirsiniz. Muhteşem detayları kendiniz yerinde görmek, duymak isteyeceksiniz.
*illuminati; zihin kontrolü uygulayarak, Kendilerine uygun Yeni Dünya Düzenini sağlamak amacıyla monarşileri yıkmayı, dinî inançları yok etmeyi, ulus devletleri ve vatanseverliği sonlandırarak sosyal düzeni altüst etmeyi planladığı öne sürülen; ancak faaliyeti ve varlığı kanıtlanamamış bir yapılanmadır.
Dedim ya, Diyarbakır’a gitme nedenimiz, şehirde ilk defa düzenlenen Mezopotamya Turizm ve Gastronomi Fuarı. Hani o “Ciğer şehri” diye bildiğimiz Diyarbakır, tam bir Fine Dining şehri olmuş, yani bir çok özel restoran, kelime karşılığı ile “iyi yemek” konseptinde, kusursuz bir ortamda Gastronomik lezzetleri hatasız servis ile sunuyor. Örneğin Hancı, Fırıncı, Meyzen, Lil’a, Babel Terrace, gibi Restoranların kalitesini büyük şehirlerimizde bulmak zor.
Bu şehirde, Restoranlarda söylediğiniz ana yemeğin yanında mutlaka 5-6 çeşit meze ikram olarak sunuluyor. Bunlar bile karın doyurmak için yeterli. Bir ekleme yapayım, Diyarbakır’da kötü çay içme şansınız yok. Kaçak-maçak ama çaylar güzel.
Şehirde, Tabela kirliliğinin önüne geçilmiş. Beyoğlu’nda olduğu gibi, tabelalar ya Prinçten veya Ahşap oyma. Çok estetikler.
Diyarbakır aynı zamanda bir edebiyat şehri. Cahit Sıtkı Tarancı, Ahmet Arif, Ziya Gökalp müzeleri de görülmesi gereken yerler arasında.
Başka ne şaşırttı; Bu memlekette bu kadar güzel kebap, lahmacun, ciğer restoranları var ama şehirde bir tane Obez adam yok!. Bunun bir açıklaması olabilir mi? Bir dost; “Siz İstanbul’dan, İzmir, Ankara’dan geldiğiniz ve böyle bir lezzet şehri olmadığınız için “bir daha aynı lezzeti bulamama korkusuyla” yiyip yiyip şişmanlıyorsunuz. Biz alışığız. Nasıl olsa “devamı var” deyip makul miktarda yiyoruz” diyor.
ÇÖZÜME ÇEYREK VAR…!
Halka bir sıkıntıları olup olmadıklarını sorduğumuzda; çok mutlu olduklarını, maddi sıkıntıları olmadıkça şehri asla tek etmeyeceklerini söylüyorlar. Atanmış Belediye Başkanı ve Valinin hizmetlerinden memnunlar. Siyasetten pek anlamam ama şahsi fikrim; demokratik açıdan baktığımızda sanki seçilmişin yerine birilerini atamak demokratik bir yöntem olmasa da, burada halkın atanmışları benimsediğini görüyoruz. Nedenini sorduğumuzda; “Belediyenin parasının nereye gittiğini görebiliyoruz, ayrıca devlet yardımlarının da arttığını hissedebiliyoruz” diyorlar. Kısaca, eğer bu halk komple takiye yapmıyorsa, Turizm sektörü sayesinde gençliğin işsizlik sorunu da halledilirse, çözüme çeyrek var demektir.”